Sıcak bir Eylül günü, dört arkadaş San Diego ’ya doğru yola koyulduk. Los Angeles’tan sabahın köründe San Diego’ya sürüp, bütün günü orada geçirip gece tekrar geri yola çıkacaktık. Aslında hayata dair “Bucket List” ime (ölmeden önce yapılacaklar listesi) Amerika’da “Road Trip” (karayolu seyahati) yaparken bir tik daha atıyordum. O dönemde henüz yaşım 20 olduğu için belki de attığım ilk tiklerden birisiydi bu.
Yalnız şehir hakkında hiçbir bilgimiz yok, araştırmamışız. Sene 2010 akıllı telefonumuz da yok ki. Bastık gittik, hele bir gidelim de buluruz elbet yapacak bir şeyler dedik.
San Diego merkezine vardığımızda uygun bir yere arabımızı park edip artık şehri biraz yürüyerek keşfetmek istedik. Sahil şeridine yakın bir kısımda elimizde fotoğraf makineleri arasıra fotoğraf çeke çeke yürüyorduk ama açıkçası ne ne yaptığımızı biz de bilmiyorduk. Sokaklarda avare avare yürürken, şehir hakkında hiçbir bilgimizin olmayışının bizi bu kadar afallatacağını düşünmemiştik. Elimizde harita da yoktu ki. Hani şimdiki çağı düşününce açarız navigasyonu şuraya gidelim deriz gideriz. Ama öyle değildi.
Bir süre yürüdük etrafa baktık derken adamın birinin bana baktığını fark ettim. Sanki bir şey söylemek istiyormuş da boğazında kalmış, söylemeye çekiniyormuş gibi. Deli mi ne dedim başımı çevirdim. Yaşı da vardı, en az 60 yaşlarındaydı. Arkamdan seslendi bir şeyler söyledi, bakmadım. Biraz daha ileriye devam ettik arkadaşlarla. 2-3 dakika sonra yine aynı yaşlı adam “hey!” Diye seslendi. Arkamı döndüm derdin ne senin dercesine bir bakışla.
-İsterseniz fotoğrafınızı çekebilirim.
+Yok sağol. Biz kendimiz çekiyoruz.
Az daha ilerledik. Adam yine geldi ve şöyle dedi:
-Kendi başınıza hep beraber fotoğraf çekinemezsiniz ama..
“Allah kahretsin, ayyaş mıdır nedir bu ya” dedim türkçe. “Al lanet olsun al da çek ayyaş deli, çek de rahatla” diye verdim kamerayı adama (anlamasın diye türkçe konuşuyorum ama yüz ifademden belli söylediklerim). Aldı ve çömele çömele çekti fotoğraflarımızı. Sonra nerelisiniz çocuklar diye muhabbete başladı.
+Türküz. İstanbul’dan geliyoruz. WAT öğrencileriyiz. Aslında Utah’ta çalışıyoruz ama buraya gezmeye geldik. SD güzel şehir.
diyip adamın kafasındaki bütün soruları o sormadan bitirip yol almaya çalıştım adeta. Ama öyle olmadı.
-Ahh Türk müsünüz siz??? Ben Türkiye’yi çok severim. İstanbul ne harika şehir!!! Burada çok Türk arkadaşlarım var. Ve evet Utah.. Utah insanları çok cana yakın sevecen müthiş insanlardır. Mormonlardır (Utah’ta çok yaygın bir din/mezhep) ancak insani değerleri harikadır..
Diye anlatmaya başlayınca, adamın zararsız olduğunu anladık. Muhabbet etmekten çekinmiyorduk artık. Biraz daha konuştuktan sonra adamcağız Tarih ve Siyaset Bilimi Profesörü olduğunu, Meksika’da, Amerika’da ve dünyanın diğer çeşitli yerlerinde hem seminerler verip hem de eğitim görevlisi olarak çalıştığını söyledi.. Aynı zamanda Amerika’nın deniz kuvvetleri komutanlığından emekli rütbeli asker imiş.. Çok utandım. Kızardım. Kemküm ettim..
Türkiye’nin o dönemki siyasetini ve bizim politikacılarımızı bizden iyi biliyordu. Sene 2010 hatırlatayım. “Başbakanınız Erdoğan aslında iyi şeyler yapmaya çalışıyor ancak çok burnu kalkık, sizin başınıza büyük işler açacak üzgünüm” dedi. Bir şey olmaz dedik 20 yaşındayız yansın dünyaaa.. kimene..
Roger sonra bize şöyle bir teklifte bulundu; “İsterseniz ben bütün gün boyunca size bütün şehri gezdirebilirim”.
Eminim o an dördümüz de içimizden aynı şeyi geçirdik.. “Ya Roger seni Allah gönderdi.. biz de alık alık etrafa bakıyorduk. Ne yapacağımızı nereye gideceğimizi bilmiyorduk..” ve sonra bunu söze de döktük. Roger, sorun yok çocuklar hadi başlayalım dedi. Atladık arabaya, dura.. dura.. San Diego’nun altını üstüne getiriyorduk ve Roger bizi öyle güzel yerlere götürdü ki ağzımız açık kalıyordu. Marinalar, Palmiyeli resortlar, Tarihi yapılar ve bölgeler, Meksika’nın hala kendilerinin olduğunu iddia ettiği bir tepe ve oradaki anıtlar. Roger bizi bütün bu yerleri gezdirirken aynı zamanda müthiş tarih bilgisiyle heryeri anlatıyordu. Daha iyisi olamazdı. Şehirde sadece bir günümüz vardı ve dopdolu geçiriyorduk. Ayyaş diyip konuşmaya çekindiğimiz bu adam meğerse profesörmüş, eski askermiş. Hay allah diyoruz bir yandan. İnanılmaz manzaralar şehir turu her şey harika..
Yolda giderken “Padicap” dedikleri işi yapan insanları görüyoruz. Bisiklet ile insan taşıyorlar. Roger hemen hemen hepsini tanıyor. WAT ile San Diego’ya gelen Türklerle arasında bir bağ kurmuş. Bir padicapi bağırarak durduruyor: “Hey Türk!” sonra bizi bu arkadaşla tanıştırdıktan sonra bu güzel fotoğrafı çekiniyoruz. “Allaha emanet kardeşim!” Dedim. Yol aldık.
Akşam oldu, karnımız acıktı. Roger bizi şehrin en güzel taco yapan yerine götürdü. Bilindik tacolarla alakası yok, dürüm içi full malzeme mükemmel bir şey yiyoruz. Bizim için yaptıklarından ve utancımızdan sonra, yemeği biz ısmarlamak istedik..
Artık Roger’a veda vaktimiz yaklaşıyordu. Mail adreslerimizi istedi. Özellikle benim Uluslararası İlişkiler okuduğumu öğrenince, düzenli olarak ilgili makaleler atacağını söyledi. Sarıldık, vedaşlaştık. İçimiz biraz buruktu. Ne güzel insandı o. Ona karşı ön yargılı davranışımızı umursamadı bile ve bize yardım etti.
San Diego sonrası..
Aradan 7 yıl geçmesine rağmen Roger ile hala irtibat halindeyiz. Sürekli mailleştik. Hayata dair her şeyi konuşabileceğiniz bir insan. Hatta hiç unutamadığım olay, bir keresinde Roger’ın e-mail ile bana verdiği bilgiler sayesinde Uluslararası Hukuk sınavımdan 90 almıştım. Tamamen Roger’ın mailde söylediklerini yazmıştım sınavda. Hocamız sınavları okurken özellikle ismimi söyleyip bravo kağıdın mükemmeldi dedi. O an “Al, al çek fotoğrafımızı da kurtul ayyaş mıdır nedir..” sözlerim yankılandı beynimde..
Yol’un hayatımızdaki en iyi öğretmen olduğunu orada anlamıştım. 19 yaşımdayken ön yargılarımdan kurtulmam gerektiğini bana okul değil o yol öğretmişti.. hiç kimseyi yargılama.. kimin ne yaşadığını bilemezsin..
Seni özlüyorum sevgili Roger..