Nereden bilebilirdim ki Lübnan ‘da Hizbullah’ın aracına bineceğimi? Gider gitmez -2 derecelik dağda kar altında kalacağımı? Ermenilerin yaşadığı ve Türk ürünlerini boykot ettiği sokaklardan geçeceğimi? Ermeni-Lübnanlı bir çiftin bana evini açıp ailem olacaklarını? Birleşmiş Milletler ile haşır neşir olacağımı? Filipinli bir adamın insan üstü cömertliği ile ağırlanacağımı? Byblos ‘ta Lübnanlı sapık beyinli bir adamın evinde kalacakken gece yarısı evinden kaçacağımı? Suriye sınırına gidip Suriyeli çocuklarla oynayıp onlara yardım ulaştıracağımı? At hırzısı minibüs şöförlerinin gazabından gece yarısı kurtulacağımı? Birleşmiş Milletlerde çalışan ultra zengin Iraklı bir bayan tarafından gece yarısı havalimanından alınıp gideceğim yere bırakılacağımı? Aynı bayan tarafından son gün saray gibi evlerinde akşam yemeğine davet edilip gece yarısı havalimanına bırakılacağımı? Bir hafta içinde Lübnan bana çok şey öğretti..
Ellerim terliyordu. Geceleri uyuyamıyor, gündüzlerim geçmiyordu. Dünya turuna çıkacaktım. Çok sınırlı bir bütçe ile sahip olduğum herşeyi arkamda bırakıp dolanbaçlı yollara atacaktım kendimi. İçimdeki ortadoğu aşkı, Lübnan aşkı ile daha çok alevlenmişti. Lübnan İçinde, 7000 yıllık tarihi ile incile adını veren Byblos (bible) şehri, tarih boyunca 7 kere yıkılıp harap edilip tekrar inşa edilen Ortadoğunun Paris’i Beyrut şehrini, binlerce yıllık tapınakları ile dünyaya adını duyurmuş Baalbeck antik kentini, doğa harikası Balou Balaa’yı ve Qadisha Vadisini barındırıyordu.
Çok düşük bir bütçe ile bu yola çıktığım için özellikle Lübnan gibi pahalı bir ülkede hostellerde kalma ihtimalim yoktu. Zaten ülkede hostel de bulunmuyor, oteller ise benim bütçemin çok üzerinde. Daha önceden couchsurfing aracılığı ile tanıştığım bir kaç kişi vardı ülkede. İlk olarak Birleşmiş Milletler’de (United Nations) İnsani Yardım departmanında çalışan Loreto ile kesişecekti yollarımız. Loreto, 42 yaşında bir Filipinli. Hayatı boyunca 30’dan fazla ülkede bulunmuş ve yaşamış, çoğu ülkede birden fazla kez bulunmuş. Kendisinde kalmak için bir istek gönderdim. Sağolsun, istediğim kadar kalabileceğimi söyleyip beni Beyrut / Hamra’daki tertemiz, merkezi evine davet etti.
Ben henüz İstanbul ‘dayken Loreto ile iki hafta ara ara internetten yazıştık. Kendisi görevi gereği bir aydır Bangladesh’te idi. Görevinin uzatılmasını isteyen patronuna misafiri olduğunu ve en geç 20 kasım’da dönmesi gerektiğini söyledi. Gideceğim gün ise Havaalanı’na gece 23:00’te varacaktım. O saatte Hamra’ya ne otobüs ne de başka bir ulaşım aracı vardı. Tek seçenek taksi idi. Araştırmak için Lübnan ‘ın bir facebook grubunda bir yazı paylaştım ve havaalanından Hamra’ya en kolay ve ucuz yöntemin ne olduğunu sordum. Lübnan lı insanlar sağolsunlar açıklayıcı bir şekilde yorumlar attılar. Sonuç olarak havaalanından Hamra’ya ulaşımın en ucuz yolu taksiye 20$ yani yaklaşık 80 tl vermekti. Tabi ki böyle birşey yapmayacaktım. En kötü otostop çekerim dedim ve arkama yaslandım derken, özelden bir mesaj aldım.
Bir bayan beni arabası ile havaalanından alıp istediğim yere bırakacağını söylüyordu. Profilinde çok detay yoktu, nedense anlamsız bir şekilde tedirgin oldum ve ona şöyle bir soru sordum:
– Peki bana neden bu iyiliği yapıyorsunuz?
+Çünkü senin buraya iyi birşeyler yapmak için geldiğini biliyorum ve bu yüzden sana yardım etmek istiyorum.
İki seçenek vardı; ya mistik görme gücü var ya da profilimi incelemiş. Tabi ki ikinci seçenek.
Kendisine güvendim ve nazik teklifini kabul ettim. Uçuş bilgilerimi verdim ve yatıp uyudum. Ertesi gün, uçağa bindiğimde yanıma 20’li yaşlarda bir çocuk oturdu. iki kulağında da işitme cihazı vardı. Şaşkındı ve hayatında ilk defa uçağa biner gibi bir hali vardı. Zira uçakta koltuk kemerini yaklaşık 2 dakika boyunca bağlayamayınca dayanamayıp tuttum ve kemerini taktım. Gülümsedi bana. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra, hostesler sadece yabancılar için Lübnan ‘da pasaport kontrolünde vermek üzere dolduracağımız bir form verdiler. Doldurdum hemen ve cebime koydum. Yanımdaki çocuk almamıştı. Ne ingilizce biliyordu ne de Türkçe. Görünüşü ciğerimi dağlıyordu.
Bir kadın yanına gelip arapça konuşup yardım etmeye çalıştı. Sonra benimle fransızca konuşmaya başladı. Ben de fransızca bildiğim bir kaç cümleden birazını kullanarak, fransızca bilmediğimi ve bu çocukla ben ilgileneceğimi söyledim. Formu onun için doldurmamı istediler. Hayhay dedim ve çocuğun formunu alıp,vücut diliyle anlaşarak, terleyerek doldurdum. Suriyeliymiş, adı Mohamed. Türkiye’de çamaşırhanede çalışıyormuş ve Lübnan’dan karayolu ile Suriye Şam’a geçerek ailesi ile görüşecekmiş. Ah hayat diyorum ve derin bir nefes alıyorum yolculuğumun ilk saatlerinde. daha sonra arkamdan birisi omzuma tıklayarak, merhaba dedi. Ben de selam verdim.
-Siz galiba Türkçe biliyorsunuz. İngilizce de iyi biliyorsunuz?
+Evet?
-Ben Konya’dan geliyorum da şu formuma bakabilir misiniz? Doğru yapmış mıyım? Bir de pasaport kontrolde ne diyeceğim?
+Kanka doğal davran. Formun da bir KPSS değil. Pasaport bilgilerini giriyorsun, onun doğruluğunu nasıl kontrol edeyim? sadece doğru yere doğru şeyi yazmış mısın diye bakabilirim.
dedim kibarca ve ona da yardım ettim. Uçakta bilir kişi ilan edilip, atanamamış Hızır ilan edildim.
Neyse havaalanına vardığımda Beyrut’ta fırtına vardı, aşırı yağmur yağıyordu. Ayrıca havaalanı askerlerle doluydu. Bunun nedeni benimle aynı gece ülkeden Suudi Arabistan tarafından kaçırılan eski Lübnan başkanı Hariri’nin de benimle aynı saatlerde ülkeye geri dönüyor olmasıydı. Diğer yandan ertesi gün Lübnan ‘nın bağımsızlık günlerini kutlaması sebebiyle resmi tatiliydi. Aksiyonlu başlıyor dedim kendi kendime. Havaalanından dışarı çıktım ve yağmur almayan taksilerin durdugu bir yerde beklemeye koyuldum. 10 dakika sonra siyah kocaman bir range rover yanıma yanaştı, camını açtı ve bana “gel, gel” işareti yaptı. Bu oydu, Nan hanımefendi. Mavi sırtçantamdan tanımıştı beni.
Atladım arabaya ve konuşmaya başladık. 40’lı yaşlarında evli, ve 3 çocuklu aşırı klas bir hanımefendi idi. Ayrıca motorsiklet kullanıyor ve motoru ile dünyanın değişik yerlerinde etkinliklere katılıyor, hobi olarak geziyor ve fotoğraf çekiyor. Konuşması, giyimi kuşamı, mimikleri, dinleyişi, kültürü kısa sürede sizi ele geçiriyordu. Kısa bir süre sonra öğrenecektim ki Nan hanım da Birleşmiş Milletler’de (United Nations) çalışıyormuş ve benim profilimi incelemiş. Bu yüzden bana yardım etmek istemiş. Bu arada giderken Hariri’nin evinin tam önünden geçiyoruz. O gece evine dönecek ve evin önü güvenlik kaynıyor etrafı setlerde çevrilmiş..
Kalacağım yere beni götürene kadar çok güzel muhabbet ettik ve ne zaman istersem ona ulaşabileceğimi ve benim için her türlü yardımı yapabileceğini söyledi. Evinde beni ağırlayanlara veririm diye getirdiğim iki paket lokumdan birini çıkarıp Nan’a verdim. Sonra Loreto’nun numarasını verdim benim için aradı. Atladım arabadan ve hoşçakal dedim. Loreto aşağı inip beni aldı ve evine gittik. Eve girer girmez “burası senin evin, lütfen istediğin gibi davran rahat ol ve birşey istemekten çekinme. Şimdi ne içersin?” dedi. Kahve süper olur dedim. Hemen birer kahve koydu ve muhabbet etmeye başladık gece yarısı. Bana Lübnan ‘ı anlatan iki dergi getirdi ve başladı anlatmaya. Lübnan ‘da yapacağım geziyi planlıyordu.
-Loreto dur. Planlama. Hiç gerek yok. Ben akışına bırakıyorum. Benim için bölgeler hakkında bilgi versen yeterli.
+Bak işte bunu sevdim!
Daha sonra Loreto benim için 2 günlük araba kiraladığını ve arabada rehber gibi bir şöförün de olacağını söyledi. Sabah erken kalkabilir miyim diye sordu. Hayhay dedim. Aşırı teşekkür ettim. Şöförlü bir araba kiralamak gerçekten Lübnan’da pahalı bir iş, diğer herşeyin şehirde pahalı olduğu gibi. Ertesi gün tatil nedeniyle çalışmıyordu Loreto. Sabah 7’de kalktık ve önce “Pigeon Rocks” dedikleri güvercin kayaları bölgesine gittik ve Piegon Rock manzaralı bir restoranta oturduk. Şöförümüz Lübnan ‘lı Ali de bizimleydi. Loreto kahvaltı yapacağımızı söyledi. Daha tura yeni çıktığımdan ve Loreto ile yeni tanıştığımızdan, buranın benim için pahalı bir yer olacağını, orada kahvaltı yapmak istemediğimi söyleyemedim. Menü geldiğinde fiyatlar beni dumur etti. aşırı pahalıydı. Uzun süre menüyü inceledim ve en ucuz şeyi sipariş edecektim ki Loreto dur dedi; “şu yumurtadan ve şu peynirden al burada çok meşhur”.
Peki diyip kaderime razı oldum. Kahvaltımızı yaptık ve ödeme ısrarıma rağmen bana hesap ödettirmedi. Çok teşekkür ettim mahçup olarak. Loreto, birazdan çıkacağımız yerin baya serin olacağını ve yanımda kalın birşey getirip getirmediğimi sordu. Sadece bir kapşonlum var dedim. Yeterli olmadığını söyledi ama endişelenmemem geretiğini de ekledi. Loreto bunu düşünerek Bangladeş’ten benim için bir mont getirmişti. Eskiden insanların bu kadar iyi olmasına şaşırmazdım ama insan büyüdükçe çok şaşırıyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Artık teşekkür etmekten yoruluyordum. Laqlouk dedikleri 1800 metrelik dağa çıktık ve kar yağıyordu, hava -2 dereceydi. Bembeyaz bir görüntü ile kalakalmıştım. Ben Lübnan ‘da belki denize girerim diye düşünüyordum.
Bütün gün boyunca Laqlouk, Balou Balaa, Qadisha valley, Batroun, Bisharre ve bir kaç yer daha gezdik. Loreto akşamleyin beni Journieh kasabasında bir restoranta götüreceğini söyledi. Loreto, Ali ve ben Journieh’te ülkenin en lüks restoranlarından birinde akşam yemeği yedik. Koca masa full doluydu ve yemeklerin üstüne masayı binbir çeşit meyve,tatlı ve likör ile donattılar. Ne oluyor? diye sordum kendi kendime.. Tabi ki tekrar ödememe izin vermedi. Bu sefer istese de ödemezdim. O masayı ben ödesem İstanbul’a dönmem gerekirdi. Akşam eve döndük ve ertesi gün işe gideceğini benim ise Ali ile birlikte ülkede istediğim yerleri gezebileceğimi söyledi. Lübnan’ın yüz ölçümü İstanbul kadar olduğundan bir şehirden diğerine gitmek kolaydı.
Bu arada gezerken Ali’den Lübnan hakkında çok ilginç bilgiler öğreniyordum. Mesela Lübnan başkanı asla müslüman olamazdı, Hristiyan olmak zorundaydı. Başbakan Sunni, Halk Konuşmacısı ise Şii olabiliyordu. Ülkede çok fazla dini ve siyasi bölünme vardı. Mesela ülkede fakir ülkelerden çok fazla göçmen var; Filipinli, Bangladeşli, Sri Lankalı,Etiyopyalı vs.. Ülkede aşırı yaygın hizmetçi kültürü var. Hemen hemen her ailenin bir hizmetçisi var. eğer bir ailenin hizmetçisi Filipinli ise, o aile zengin demektir. Çünkü Filipinli hizmetçiler daha çok ücret alıyor. Eğer bir ailenin hizmetçisi Bangladeshli ise o aile orta sınıf demektir. Eğer bir ailenin hizmetçisi Etiyopyalı ise o aile fakirdir.
Ülkede tek bir ortak payda var. Hristiyanı, sunnisi, şiisi herkes Hariri ailesini seviyor.. Hariri ailesi ülkeye vakti zamanında çok büyük maddi destek sağlamış ve hala da sağlamaya devam ediyormuş. Ülkede iki tane para birimi var; Dolar ve Lübnan lirası. Dikkatimi çeken diğer birşeyse, insanlar arapçayı ingilizce ile harmanlıyor. Yani ingilizce kelimeler çok kullanıyor. Hatta bazen direk ingilizce konuşuyorlar.. Ben pek anlam veremedim. Lübnan bayrağındaki Sedir (Cedar) ağacı sonsuzluğu simgeliyor. Ülkede Sedir ağaçlarının olduğu muhteşem bir yer var..
Diğer yandan bizim yıllardır terör örgütü diye bildiğimiz Hizbullah, aslında siyasi partisi olan ve mecliste yeri olan bir örgütmüş. Halkın bir kısmı onları seviyor, şehri koruduğunu savunuyor, taksici Ali dahil, diğer bir kısmı ise Hizbullah’ın extremist (aşırıcı) bir grup olduğunu düşünüyor. Hizbullah üyeleri araçlarına plaka takmıyor ve araçlarına siyah film çekiyorlar, bu sayede aracın içi gözükmüyor. Ülkenin her yerinde bu araçları görmek mümkün. Tipleri bana hiç tekin gelmiyor..
Ali ile geçirdiğimiz gün muhtemelen en güzel günlerimden bir tanesi idi. Lake Qaraoun’a doğru yol aldık. Yolda giderken doğanın güzel yerlerinde durup manzaraların şelalelerin keyfini çıkardık. Daha sonra Lake Qaraoun’da güzel vakit geçirdik. Bekaa bölgesinde yer alan Lake Qaraoun’dan (qaroun gölü) Anjar’a doğru yol alırken çöl gibi bir yerde koca bir çadır alanı gördüm.
-Ali bunlar ne?
+Bunlar suriyeliler.
-Dur dur durrrr. Dön burdan sağa gir.
+Ne??? Gerçekten mi? Şaka mı yapıyorsun?
-Ne şakası? Dön hemen uzaklaşıyorsun hadi gir çadır alanına.
+Tamam nasıl istersen.
Projelerimi genelde planlı yapmıyorum. Bu şekilde karşıma Allah çıkarıyor..
Çadır alanına girmemiz ile birlikte çocukların bakışları bize döndü. İndim arabadan. Yanıma yürümeye başladılar. Selamun aleyküm dedim. Hep bir ağızdan Aleyküm Selam dedi çocuklar. Bir anda hepsini kucakladım. Muhabbet ettik tercüman Ali sayesinde. Yanımda taşıdığım hoparlörümle müzik açtım dans ettik. Top oynadık. Aileleri bakıyordu bize uzaktan. Bir iki tanesi yanaşınca, Türkiye’den geliyorum dedim. Tamam deyip gittiler. Sonra çocuklarla videolar ve fotoğraflar çektim ve onlara bu sefer istedikleri hediyelerle birlikte tekrar geleceğimin sözünü vererek gittim oradan. Daha sonra tabi ki bir kaç gün sonra geri döndüm ve projemin ilk ayağını çok ama çok değerli kocaman yüreği olan insanlar tarafından yapılan yardımlarla onlara istedikleri şeyleri ulaştırdım. Çocukların hepsi beni bekliyorlardı, adımı unutmamışlar beni görünce hepsi birden bana doğru koştular.. Kamp konusu benim için çok önemli ve uzun olduğu için onu ayrı bir başlıkta anlatacağım.
Ali ile daha sonra yolumuza devam ederek Tanayıl çiftliğine, Anjar’a, Zahle’ye, Baalbeck’e ve Ksara’ya gittik. Mükemmel günün sonunda beni eve bıraktı. Loreto ile buluşup akşam yemek yemeye gittik ve Loreto’nun bir arkadaşı da bize katıldı. Onun adı da Ali’ydi. Önce yemeğimizi yedik, daha sonra bowling oynamaya gittik (birinci oldum:), sonrasında ise meşhur nargile kafelerinden birine gidip nargile içtik. Loreto tabi ki bana ödettirmiyordu, geldiğimden beri para harcayamamıştım ve bu artık beni rahatsız etmeye başlamıştı. İçim rahat etsin diye bir kere kendi hesabımı ödememe izin verdi.
Ertesi gün sabah erken kalkıp dünyanın ilk şehri Byblos ‘a gidecektim. Lübnanlılar genellikle bu şehre Jbeil diyorlar. Yine couchsurfing’ten kalma isteği gönderdiğim 50’li yaşlarda sanatçı bir adamın evinde bir gece kalıp tekrar Beyrut’a dönecektim. İsmi Reynaldo idi. CouchSurfing’te aldığı 100’den fazla referansla çok güvenilir bir profili vardı. Kendisini bana yine Couchsurfing’ten tanıştığım Azra isimli birisi önermişti. Beyrut’un Kola dedikleri bölgesinden geçen bir Tripoli otobüsüne atladım. Byblos’ta inecektim. Otobüste ingilizce konuşan bir kadın bana yardımcı oldu ve nerede inmem gerektiğini şöförün söyleyeceğini söyledi. Aslında ihtiyacım yoktu. Lübnan haritasını maps.me uygulamasından indirmiştim ve çevrimdışı çalışıyordu.
Byblos’a vardım ve yaklaşık 20 dakika Reynaldo’nun evini bulmak için yürüdüm. Evine vardığımda biraz ürperdim. Çok mistik bir havası vardı kaldığı yerin ve küçücüktü. Geldiğimde kendisi sanat icra etmekle meşguldü. Soğuk bir adamdı. Baya bir ayakta bekledim, ufacık bahçesinde kendisi birşeyler boyuyordu, heryer tablolarla ve biblolarla doluydu.. ayaküstü iki çift muhabbet edip birer kahve içtik. Sonra ben şehri gezmek üzere ufak çantamı da yanıma alarak evden ayrıldım. Akşam’a kadar şehri yaklaşık 3 kez yürüdüm. Sanırım görüdüğüm en güzel şehirlerden birisiydi Byblos. Tarih, deniz ve palmiyelerin muhteşem uyumu, harika plajları beni etkilemişti. Old Souk dedikleri eski çarşılarında anlamsızca dolaşırken iki tane geç çocuk yanıma yanaştı, 16-17 yaşlarında biri kız biri erkek, sevgililerdi. Sarışın masmavi gözlü Lübnan ‘lı çocuğun boynunda darbuka asılıydı.
Çocuk selam dedi.
-Selam
+Nerelisin?
-Tahmin et bakayım nereliyim ben genç adam?
+ABD?
-Yok artık!
-İngiltere?
+Ne diyosuun…
-Bilemiyorum..
+O boynunda asılı olan darbuka bizim orda çok meşhurdur.
-Faslısın!
-Türküm Türk. İstanbul’dan geliyorum.
+İyiymiş. Bizim de fotoğrafımızı çeker misin?
-Tabi ki çekerim. Geçin şöyle ortaya bakalım.
Fotoğraflarını çektim. Daha sonra nasıl alabileceklerini sordu. Mail adreslerini aldım ve göndereceğimi söyledim. Daha sonra dediğimi yaptım ve fotoğrafları onlara bir iki gün sonra yolladım. Teşekkür maili aldım, instagram adreslerini yazmışlar, iletişimde kalmamızı istediler. Sonra profillerinde beni paylaşmışlar yaptığım işleri görünce. Meğer sarışın çocuk, Lübnan’da fenomenmiş 🙂
Daha sonra plaja yürüdüm. Palmiyeli bir yere girerken tam arkadan birisi seslendi.
-Heyyy. Pardon oraya giremezsiniz. Burası özel mülk. Otel burası ama sezon olmadığı için kapalı. Ama 10 dakika dolaşıp fotoğraf çekebilirsiniz.
+Tamam dostum fazla durmayacagım.
İki dakika fotoğraf çekip çocuğun yanına geldim. İstersem beni biraz gezdirebileceğini söyledi ve dolaştık otel çevresinde. Fotoğraflarımı çekti, kendisini ailesini, yaşantısını anlattı. Otelde yaz kış bekçilik yaptığını söyledi. Onunla fotoğraf çekinmek istediğimi söyledim. Ancak kendisinden tiksindiğini söyleyerek kibarca reddetti. Peki deyip ısrar etmedim. Vedalaştık. Allah’a emanet ol dedi bana.
Ucuz bir yerde karnımı doyurduktan sonra akşam üzeri geri dönüş yoluna koyuldum. Hava kararmıştı. 15 dakika yürümem gerekiyordu. Bir anda dar ve karanlık bir yolda yanıma bir araba yanaştı. Camları filmli, plakası yok… Haydaa dedim içimden. Üç adım atıyorum, benle birlikte ilerleyip tam yanımda yine duruyor. Beş adım atıyorum benle birlikte gelip tekrar duruyor. Araca yan gözle bakarak olduğum yere durdum. Araç siyah filmli olduğu için içini göremiyordum. Bir hizbullah eksikti anasını satayım diyorum. Muhtemelen içerden beni inceliyorlar. Ben beklerken araç bastı gitti. Derin bir nefes aldım.
Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Hava karanlık. Reynaldo’nun evine döndüm. Adam hala sanat dediği turistik tabak çanak boyuyordu, sergisi varmış bir iki haftaya bitirmesi gerekiyormuş falan. 2-3 saat zoraki muhabbet ediyoruz, orada olmaktan hiç keyif almıyorum. Adamın iki cümlesinden biri birşeyden nefret ettiği oluyor. Saçma sapan muhabbetler sıkıcı bir akşam. Evde kümes gibi uzaklaşamıyorum. Daha sonra adam ufaktan filört etmeye çalışan cümleler kurmaya başlıyor bana. Önce ne olduğunu anlamıyorum. Sonra kendisinin gay olduğunu söylüyor. Okay diyorum içimden beni ilgilendirmez, neyse ne, gece gidecek yerim yok şurda ufaktan ayık kıvrılır yatarım. Daha sonra rahatsız edici cümlelerine devam ediyor bu 52 yaşındaki Lübnan’lı adam. Allah belanı versin diyip çantamı aldığım gibi kendimi gece yarısı sokağa atıyorum.
Nere düştük nerden düştük derken boşverip, bir kafeye oturup internet bulma planı yapıyorum kafamdan. Byblos’ta hostel bakıyorum, yok. Bundan sonra Couchsurfing’te bir erkeğin evinde kalmayacağıma söz veriyorum kendi kendime. Daha sonra bir kafeye oturup, bir kaç arkadaşımla konuşuyorum. Yine couchsurfingten tanıştığım Rita isimli Ermeni bir kız var. Evli ve Couchsurfinge yeni katılmış. Daha ülkeye varmadan irtibat halindeydik ve beni davet etmişti. Ona durumu anlattım. Hemen otobüse atlayıp Dora isimli bölgeye gitmemi, oradan eşiyle beraber beni alacaklarını söyledi. Bu sefer pek bir seçenek yoktu, 15 dakika yürüdüm otobüs arıyorum gece yarısı zifiri karanlık.
Etrafta fazla insan da yok.. Yaşlı bir adam gördüm. Yanına yaklaştım, polismiş. İngilizce bilmiyor. Kelime ata ata konuşmaya çalıştım; “Dora! Bus! Dora! Bus!” haaa dedi. Gel işareti yaparak takip etmemi istedi. Yaşlıca bir adam bu polis beni bir tepeye götürdü ve onun aşağısındaki otobanı işaret ederek burda bekle dedi. O anda o tepeden aşağı yuvarlanacakken adam, onu havada yakaladım. Zor yürüyordu zavallı nasıl polisse artık.. Tepeden aşağı dikkatli bir şekilde indim. Arabalar vızır vızır geçiyorlardı ve bekleme yeri yoktu. Bildiğiniz 4 şeritli otoban, zifiri karanlık.. Arabalar dibimden rallici gibi geçiyorlardı. 5 dakika bekledim, bu böyle olmayacak dedim ve yukarı çıkıp taksi sormaya karar verdim. 2 gün tek öğün yersem dengeleyebilirdim belki.
Aynı polisin yanına gittim. Taksi dedim. Kızdı bana git işareti yaparak. Gittim başka bir yola çıktım. Otostop çekmeye karar verdim. Elimi kaldırdım. 10 saniye içinde bir minibüs durdu. Meğer zaten Dora’ya giden minibüse otostop çekmişim. Atladım hemen. Şöför ve yanında oturan at hırsızı ekibiyle heyecanlı bir yolculuk başlayacaktı.. İkisi de lübnanlı değildi, suriyelilerdi. Çok acayip şekilde cevap vermememe rağmen benimle arapça konuşmaya devam ettiler. Anlamadığımı söylüyorum ama kime ne. Lübnan ‘da herkesin emin olduğu ve hem fikir olduğu tek bir şey var; Kimseye ayrıntı vermeyin!
Onlar yaklaşık yarım saat aralıksız bana arapça konuştular ve ben he he dedim. Sonra otobüse genç bir çocuk bindi. İngilizce biliyor musun dedim. Biliyorum nasıl yardımcı olabilirim dedi. Şu öndeki at hırsızları sabahtan beri konuşuyorlar, bunların derdi ne? beni Dora’ya götürsünler neyse parası vericez, sahi kaç para? dedim. Maksimum 2 dolar olduğunu söyledi. Cebimde en küçük para 20 dolardı. O parayı verirsem bu at hırsızlarından geri gelmeyeceğini biliyordum. O yüzden salağa yattım ve anlamıyormuş gibi yaptım. Şöförün yanındaki adam genç çocuk aracılığıyla ne yaptığımı ısrarla sorunca, gezgin olduğumu ve aynı zamanda yolda mümkün olduğunca çocuklara yardım etmeye çalıştığımı ve en son suriye mülteci kampında çocuklarla görüştüğümü söyledim.
Bunu söyledikten sonra, adam hiç susmadı.. Bana da yardım getir, ben de suriyeliyim, benim bacağım sakat, kaza geçirdim.. vs vs… başımıza aldık belayı. Adam çıkardı bir kimlik (daha sonra sahte olduğunu öğrendim). Bu kimliğin fotoğrafını çek Türkiye’de yetkililere verirsin dedi, numaramı istedi.. Telefonunu aldım bir numara salladım. Benim tek başıma birşeyler yapmaya çalıştığımı ve kimseye bağlı olmadığımı söyledim. Yardım projelerimin sadece çocuklar üzerine olduğunu söyledim, adam bir dellendi.. ingilizce bilen çocuk da otobusten indi mi.. kaldık başbaşa. Anlatıyor da anlatıyor.. Ne zaman bitecek gece yarısı bu çile diye bekliyorum, derken bir anda duruyoruz. Rita ve eşi kapıda. Hemen araçtan atlıyorum. Rita’nın eşi şöförle arapça konuşuyorlar ama hararetli bir konuşma geçiyor..
Cüzdanımı çıkarıyorum ödemek için, Rita koy cebine onu diyor.. Ciddi bir ses tonuyla. Cebime koyuyorum. Daha sonra öğreniyorum ki o at hırzısı Rita’nın eşi Imad’a benim burada ne yaptığımı, neden geldiğimi vs bir ton ayrıntıyı soruyor ve 10 dolar istiyor. Imad 10 dolar vermeyeceğini bu yolun 2 dolar oldugunu söylüyor. Daha sonra adama sus payı ile birlikte toplam 3.5 dolar verip yolluyor. Derin bir nefes alıyoruz. Rita-Imad çiftinin evine gidiyoruz.. Benim için asıl Lübnan başlıyor..
Gayet temiz ve güzel evlerinde krallar gibi ağırlanıyorum. Koca salonda bana bir yatak hazırlıyorlar, dakika başı birşeye ihtiyacım olup olmadığını soruyorlar. Sabah bana Türk kahvaltısı hazırlıyor Ermeni Rita. Bu arada Ermenilerin hemen hemen hepsi, Rita dahil, Türkçe biliyor. Kahvaltı’dan sonra Imad ile birlikte güzel bir Beyrut turu yapıyoruz. Bu güzeller güzeli ruhlu insanlara çok çabuk kanım ısınıyor. Üstüne üstlük bu iki çift de videographer çıkmasın mı… rita benim için videoları düzenleyebileceğini söylüyor. Sevinçten havalara uçuyorum! Herşeyin bir sebepten ötürü olduğunu, Allah’ın izlediğini görüyorum..
İlk defa tanımadıkları bir adama evini açıyorlar. Rahat etmem için herşeyi yapıyorlar.. Onlara suriye sınırındaki mülteci kampına tekrar gitmem gerektiğini ve öncesinde alışveriş yapmam gerektiğini söylüyorum. Yaptığım işler ve yapmaya çalıştıklarım kendilerini çok etkiliyor.. Ben bütün gün çocuklar için alışveriş yaparken Rita da benimle geliyor ve beni kazıklanmayacağım yerlere götürüyor. Daha sonra işten çıkınca eşi Imad da bize katılıyor bütün alışverişi ancak akşam üzeri bitirebiliyoruz.
Daha sonra Rita, annesinin Ermeni mahallesindeki evinde bizi beklediğini söyledi ve oraya gitmemizi teklif etti. Tabi ki dedim. Mesafe uzak olduğu için servis dedikleri taksi vari aracı tuttuk.. Araçta sağ önce genç bir çocuk oturuyordu ve kameramı görünce sorular sormaya başladı; “Gezgin misin? Blogun var mı? Ben repçiyim biliyor musun? Benim profilimi paylaşır mısın?”. Önce bir rep şarkı söylemesini söyledim ve başladı şarkı söylemeye. Bu arada çok tuhaf bir tip olan şöför abuk subuk konuşmaları ile rahatsız ediyordu. Ben kamerayı çıkarıp kayıt almaya başlayınca şöyle söyledi “o kamerayı hemen kapatmazsan ve eğer benim içinde bulunduğum bir şeyi herhangi bir yere yüklersen kellenin gitmesi an meselesidir”. Meğer şöför hizbullahtanmış.. Kapattım kamerayı..
Daha sonra Rita’nın annesinin evine vardık. Rita’nın annesi Vera çok tatlı bir aksan ile Türkçe konuşuyor. Aslen Adanalı ermenilerden olduklarını söylüyorlar. Çok çabuk kaynaşıyoruz annesi ile. Birer kahve içtikten sonra çıkıp eve dönüyoruz. Rita’nın annesi ahçı, bir diğer gün bize pizza ve güzel salatalar yapıyor Rita ile birlikte. Misafirperverlik gerçekten mükemmeldi.. Benim aklımı meşgul eden tek şey ise çocuklar.. Taksiyi kiralıyorum ve Rita’ya da benimle gelmesini teklif ediyorum.
Tabi ki dedi. Rita, ben ve şöför Ali, sabah erkenden kampın yolunu tutuyoruz. Çok heyecanlıyım, arabanın bagajı hediyelerle dolu.. Çocukların yaşayacağı sevinci düşünüp sırıtıp duruyorum kendi kendime.. Bütün yol boyunca ağzım kulaklarımda gittim kampa. Ne yazık ki, kampta bu sefer kampta ilk gittiğimde gördüğümün üç katı çocuk vardı.. aldığımız hediyeler yeterli kalmıyor ve hediye alamayan çocuklar çok üzülüyor. Ertesi gün gece yarısından sonra da uçuşum var ve yeteri kadar param yok. Sırf taksi bile 240 TL tutuyor.. elimden hiç birşey gelmiyor. O kamptaki küçük Ali’nin o çadırlarda yattığını düşündükçe kafayı yiyorum..
Ertesi gün, evde matem havası var. Kısa sürede bir aile olduğumuz Rita ve eşi Imad, Rita’nın annesi Vera ve Rita’nın dünya tatlısı asker kardeşi Vakko da evde beni bekliyorlar. Beraber akşama kadar oturuyoruz. Ben gece ayrılacağım diye benimle vakit geçiriyorlar. Rita bana elleri ile nar yediriyor.. Bu insanlar ermeni ve bir Türk’e, yeni tanıştıkları bir Türk’e böyle hizmet ediyorlar.. Evde gerçekten bir hüzün vardı. işinde inanılmaz yetekli ve tertemiz kalpleri ile Rita ve Imad bana unutulmaz bir ev sahipliği yapıyorlar. Aynı derecede tatlı kardeşi ve annesi de ortama neşe katıyorlar.
Öğlenleyin bir mesaj alıyorum; Bayan Nan. Beni akşam evine yemeğe davet ediyor ve gece yarısı beni havalimanına bırakacağını söyüyor. Kabul ediyorum.. Rita ve ailesi ile vedalaşırken içim bir cız ediyor. Jack Kerouac’ın Yolda Olmak kitabını Rita’ya hediye ediyorum ve çok istediği hayatı yaşayamadığı için hep içinde hüzün olan bu koca yürekli kızı seyahat etmeye teşvik ediyorum. Ailecek aşağı inip benimle birlikte 5 dakika yürüyerek, Nan’ın jeepine götürüyorlar.. Sımsıkı sarıldım hepsine. Hakikaten içim acıdı ama belli etmedim.. Daha sonra Nan ile birlikte şehrin lüks kısmı Hamra bölgesine yol aldık..
Nan bu akşam annesinin de misafir olduğunu ve özel bir yemek hazırladıklarını söyledi. Beni aile bireyleri ile tanıştırmak istediğini, bu gece onda zaman geçirip uçağa da vaktinde ulaştıracağını söyledi. Çocuklar için de yardım için destek olacağını belirtmeyi de ihmal etmedi. Nan’ın evine gitmemle birlikte şokumu gizlemeyi başarıyorum. İnanılmaz lüks bir ev heryer dünyanın dört bir yanından hediyeliklerle biblolarla pahalı tablolarla dolu, ev çok büyük.. ve tabi ki Filipinli bir hizmetçileri var..
Mösyö gibi bir adam geliyor yanıma. Nan’ın eşi Zak. Nan’a göre 2 gömlek yaşlı duruyor. Ancak güzel bir şekilde sohbet ediyor benimle Zak ve Türkiye hakkındaki bilgileri beni şaşırtıyor.. Kendisi Kuzey Irak-Kürdistan bölgesinden ve Kerkük Türkmenlerinden.. Nan ise Iraklı. Hepsinin asil ailelerden geldiği çok bariz belli. Bu arada Nan’ın annesi geliyor… Filmlerde gördüğümüz o çok klas opera dinleyen, sebze ile beslenen, renkli fular takıp saçını pürüzsüz tarayan hanımefendilerden… en az 80 yaşında ve ingilizce konuşuyor.. Atalarının Türk olduğunu öğreniyorum. Dedesi eskiden Osmanlı ordusunda Generalmiş..
Nan’ın alımını kimden aldığı belli oldu. Ziyafet geliyor sofraya. Balkabaklı fırında et ve çeşitli Irak yemekleri.. Şükran ediyorum. Yemekten sonra Nan ile ben fotoğraf üzerine sohbete başlıyoruz. Şansa ikimizde de aynı kameralar var. Ona öğretmemi istiyor. 2 saat boyunca benim de kısa süre önce öğrendiğim bütün tüyoları veriyor ve kamera ayarlarını düzeltiyorum. Çok mutlu oluyor. Bir kaç saat muhabbet ettikten sonra bana odamı gösteriyor, evi anlatıyor. dolap burda istediğin zaman aç istediğini al, tuvalet burda, çıkış kapısı burası, taksi gelip seni 03:00’te alacak.. Bu melek insanlar da varmış diyorum.. Çocuklara yardım için bir miktar destek veriyor ve vedalaşıyoruz.
Lübnan’da bıraktığım güzeller güzeli çocuklarım ve arkadaşlarım.. Ne zor vedaydın sen Lübnan..
Gece 03:00’e kadar kalkamama korkusuyla uyumuyorum tabi ki.. Tam saatinde aşağı indiğimde taksi de beni bekliyor.. Havalimanına giderken Lübnan ‘da yaşadığım herşey gözümün önüne geliyor. Tanışdığım insanlar, yüksek dağlar, o kamp.. ve o çocuklar..
Belki bir gün, farklı bir zamanda, farklı bir insan olarak buluşuruz Lübnan. Şimdilik kendine iyi bak..
Hey Cagatay, long time no talk. Seni çok özledim. Remember supercalifragilisticexpialidocious. I want to talk to you!